OHbs. Şu bir gerçek ki telefonlarımız, tabletlerimiz, bilgisayarlarımız elimiz ayağımız konumunda. Kimi zaman “Ben teknolojinin esiri değilim” gibi iddialı cümleler kuruyor olsak da cep telefonumuzdan ayrı kaldığımız 1-2 saatte neler kaçırdığımızı içten içte hesaplamıyor da değiliz laf aramızda. Öyle ki, telefonsuz dışarı çıkmayı “yarım kalmış” gibi hissedecek kadar bağımlı bile olmuş olabiliriz. Teknolojinin yararları saymakla bitmez şüphesiz. En basiti şuan bu yazıyı sizinle buluşturuyor olmamız bile teknolojinin verdiği nimetlerden. Korona virüs mücadelesi ile uğraştığımız ve gerçek bir savaş verdiğimiz şu günlerde özellikle teknolojinin tıp alanında gerçekleşen gelişiminin meyvelerini de yiyoruz. Bugün hastalığın tanı, teşhis ve tedavisinde kullanılan teknolojiler sayesinde yarınlara dair inancımızı korumaya devam edebiliyoruz. Keza konu iletişim olunca da yine kardayız. Korona virüs hasta sayısı, korona virüs son durum, korona virüs Türkiye durumu vs. gibi pek çok bilgiye tek tıkla ulaşabiliyor ve var olan önlemlerimize daha da özen göstererek mücadelemizi sürdürüyoruz. Korona virüs ile teknoloji örneğinden ilerledik çünkü konu insan sağlığı olunca teknolojinin yararları yadsınamayacak kadar çok, bunu biliyoruz. Elbette “her şeyin fazlası zarar” mantığını hayatımızın her anında görüyoruz. Yediklerimizden içtiklerimize, kullandıklarımızda tükettiklerimize kadar geniş bir döngü içindeyiz. Bu döngü içinde durmaksızın üretiyor, gelişiyor ve aynı hızla da tüketiyoruz. Teknoloji gibi ışık hızı gelişmeler sayesinde de bu tüketim miktarı artmakla beraber bir hayli hızlanıyor da. Dün aldığımız cep telefonunun 1 ay sonra yeni versiyonunun ya da bir üst modelinin çıkmasını hayretle ve hararetle izliyoruz. Hal böyle olunca, “tüketim” kelimesini bu kadar kullanınca ister istemez teknolojinin zararları da bizi etkilemiyor değil. Önce teknoloji kavramını ele alalım ve sonra belki de farkında olmadığımız zararlarını… Teknoloji nedir? Teknoloji nedir kısaca tanımlayalım. Teknoloji sanayide, üretimde ya da günlük yaşamımızda hayatımızı kolaylaştıran bilimsel bilgilerin güzel bir harmanıdır. Belirli bir amaca ulaşmak için bilimsel bilgimizi kullanıyorsa bunda teknolojinin parmağı vardır. Teknoloji genel olarak bir ekipman parçasını içerir ancak bu ekipmanı kullanabilecek donanıma sahip olmak da teknolojinin bir parçasıdır. Tekerleğin keşfedilmesinden tek tıkla dünyayı parmaklarımızın ucuna getirdiğimiz döneme kadar geçen süreç, teknolojinin hayatımızı nasıl derinden etkilediğinin de bir göstergesi aynı zamanda. Sayısız faydası var mı? Elbette. Peki ya zararlarını hiç düşündük mü? Gelin birlikte göz atalım. Teknolojinin zararları nelerdir? Teknoloji başlı başına hayatımızı bu kadar kolaylaştırıyorken, zararları üzerinde durmak belki çok da işimize gelmiyor olabilir. Ancak durumun genel tablosuna baktığımızda aslında sağlığımıza kadar dokunan zararları olduğunu görebiliyoruz zira teknolojinin zararları bireysel ilişkilerimizden tutun da günlük yaşantımıza kadar tüm hayatımızı etkileyen cinsten. Teknolojinin zararlarını birkaç başlık altında inceleyelim. Dış dünya bağlantı hatası! Teknolojiyi elimize aldığımız anda konsantremizin direkt dağıldığını itiraf edelim. Dış dünya ile bağlantımız ciddi bir kopma yaşıyor. Favori dizimizi izlerken, oyun oynarken, sosyal medyada gezerken kendimizi bile unutabiliyoruz. Bu da bizi olaylardan koparmaya itebiliyor. Dış dünya ile bağlantımız, internet bağlantımız ile entegre; internet bağlantımız koparsa, dış dünya bağlantımız devreye giriyor desek yeri. İletişim sorunları Arkadaşlarımıza buluştuk. Şahane bir mekânda, hoş bir sohbet hedefliyoruz. Fakat içimizden biri “bir fotoğraf çekelim mi?” dediği anda iletişim birden dağılıyor. Fotoğraf çekme telaşı, ardından onları sosyal mecralarda paylaşma furyası derken zaman nasıl geçiyor anlamıyoruz. Günün sonunda elimizde şahane fotoğraflar kalıyor kalmasına ancak geçen sürede ne kadar sohbet etmiş oluyoruz işte orası muamma. Fiziksel problemler Bilgisayar başında geçirdiğimiz saatleri düşünürsek belimizin, boynumuzun, sırtımızın, gözlerimizin bize söylemek istediği şeyler olabilir! Teknoloji ile bazen o kadar çok haşır neşir oluyoruz ki duruş bozukluğundan sebep her yerimiz ağrıyor. Aslında farkına varıyoruz ancak teknoloji bağımlılığından olsa gerek hareket etmeye mecalimiz kalmıyor. Hâlbuki her 15 dakikada bir kalkıp dolaşsak belki bu şikâyetlerimiz olmayacak ama ya o 15 dakikada sosyal medyada bir şey kaçırırsak? Ruhsal “acaba”lar Tabi kafamız karışmıyor değil. Kullandığımız teknolojiler yeni dahi olsa bir sonraki çıktığında beynimiz direkt “en iyiye” odaklanabiliyor. Hal böyle olunca mutsuz olabiliyor ve kendimizi yıpratabiliyoruz. Teknolojinin ruhsal zararları sadece “en iyiyi alma hırsından” ibaret değil elbette. Teknolojilerin yaydığı radyasyon ile daha depresif olabiliyoruz ya da uyku sorunları yaşayabiliyoruz. Bu da otomatik olarak ertesi günümüze sirayet ediyor ve güne puanımız -10 oluyor! GERİ DÖN Manpower, Türkiye İş Kurumu’ndan tarihli ve 6 no’lu Özel İstihdam Bürosu izin belgesi ve tarihli Geçici İş İlişkisi Yetki Belgesi sahibidir. İş arayanlardan hiçbir ad altında menfaat temin edilmez ve ücret alınmaz Manpower is a certified Recruitment and Temporary Employment Agency by the Turkish Federal Employment Agency. Certificate Date and Licence Number 06 It is strictly forbidden to obtain any fee or benefit from the job seekers. Bazı çevre hakkı savunucuları, son bir buçuk yıldır KKTC’yi de etkisi altına alan Koronavirüs salgını sürecinde insan hayatının, çevre ve doğanın korunmasının önüne geçtiği görüşünde... Salgınla oluşan “hijyen kaygısının” çevre kirliliğini tetiklediğini ve insanların yaşam şeklini doğa dostu olmaktan uzaklaştırdığını belirten savunucular, salgında, maske, eldiven, dezenfektan şişeleri gibi tek kullanımlık plastik ürünlerin tüketiminin arttığına ve bu malzemelerin sahillere kadar ulaştığının gözlemlendiğine işaret ediyor. Çevreciler, salgınının önlemesi kapsamında uygulanan geçici kısıtlamalar; kapanmalar, seyahat kısıtlamaları, sokağa çıkma yasağı, sanayinin durması sayesinde, hava kalitesinde ve karbon emisyonlarında “geçici” iyileşmeler görüldüğü ancak bu iyileşmelerin kısıtlamaların azalmasıyla salgından önceki seviyelere döndüğü konusunda hemfikir. Emisyonlarda eski seviyelere ulaşılmasının, küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini hatırlatıcı etkisi olduğunu belirten çevreciler, iklim değişikliğinin aşırı iklim olaylarıyla etkilerinin hissedildiği ve iklim krizinden en çok etkilenecek bölge olarak belirtilen Akdeniz bölgesinde yer alan Kıbrıs’ta ülkesel bir iklim politikası olmadığını, “iklim değişikliği yokmuş gibi” davranıldığını kaydetti. Çevre savunucuları ayrıca, sosyal izolasyon ve fiziksel mesafe kurallarının yaşandığı salgın sürecinde insanların doğaya yönelmesinin doğa tahribatını da beraberinde getirdiğine işaret ederek, doğaya çıkan kişilerin çöpünü doğada bırakması, kaplumbağa yumurtlama alanlarını kamp alanları olarak seçmeleri, araçlarla sahillere girmeleri gibi doğa tahribatına yol açan aktivitelere sıklıkla rastladıklarını aktardı. Çevreciler, salgın sürecinde sağlık konusunda bilgilendirme yapılırken, çevre konusunun ikinci plana itildiğini, ancak iki konunun iç içe olduğunu, ekonomi politikaları ile ülkenin geleceğe dair planlarının çevre koşullarındaki olası değişiklikler dikkate alınarak şekillendirilmesi gerektiğini söyledi. Çevreciler, salgının çevresel etkilerini azaltmada bireylere sorumluluklar düştüğüne de işaret etti. Son bir buçuk yıldır tüm dünyayı ve KKTC’yi de etkisi altına alan Koronavirüs Kovid-19 salgınının sadece insan hayatı ve ekonomi üzerindeki etkileri değil, çevresel etkileri de tartışılmaya devam ediyor. Türk Ajansı Kıbrıs TAK, Kovid-19 salgınının çevre ve doğa üzerindeki etkilerini Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki İki Taraflı Çevre Teknik Komitesinin Kıbrıslı Türk Eş Başkanı Salih Gücel ve bazı çevre örgüt temsilcileri ile konuştu. Koronavirüs, ilk olarak Çin’in Wuhan eyaletinde 2019’un Aralık ayının sonlarında ortaya çıkmış ve hızla tüm dünyaya yayılmasıyla Dünya Sağlık Örgütü DSÖ tarafından 11 Mart 2020’de küresel salgın olarak ilan edilmişti. KKTC Sağlık Bakanlığı tarafından Kovid-19’a neden olan SARS-CoV-2 virüsüne KKTC’de ilk kez Mart 2020’de rastlandığı açıklanmıştı. BİYOLOGLAR DERNEĞİ BİO-DER “TAHRİBAT KALDIĞI YERDEN DEVAM EDİYOR” Biyologlar Derneği Bio-Der eski başkanı Hasan Sarpten, salgınının sadece insanların değil, doğal yaşam ve yaban hayatı üzerinde etkileri olduğuna işaret ederek, “İlk zamanlarda salgın tedbirleri kapsamında dünyada farklı zamanlarda kapanmaların’ yaşanmasıyla daha az ulaşım aracı kullanımı, fabrikaların kapanması, insan aktivitelerinin azalması, geçmiş dönemlere oranla karbon salınımında ve hava kirliliğinde geçici azalmalara neden olmuştur. Haliyle insanlar eve kapanınca da hem doğa tahribatı bir süreliğine durmuş hem de dünya bir anlamda insan dışı canlılara özgürce kalmıştır. Pandeminin ilk dönemlerde parklara ve şehirlere inen yaban hayvanlarının görüntülerini sıklıkla gördük” diye konuştu. Ancak Sarpten, insanlığın virüsle mücadele konusunda üzerindeki ilk şoku atlatıp açılım süreçleri hızla başlayınca tahribatın ve kirliliğin kaldığı yerden devam ettiğini belirterek “2020 yılının sonunda pandemi sürecine rağmen atmosferdeki karbondioksit oranının rekor düzeylere ulaşması engellenememiştir. Bu da insanlığın doğayı yok etmesinin bir sonucu olan virüs salgınlarından gereken dersi çıkarmadığını ve halen doğayı tahrip etmeyi daha da hızlı bir şekilde sürdürmeye devam ettiğini göstermiştir” değerlendirmesinde bulundu. Sarpten, “Açıkçası, salgın nedeniyle yaşanmış bir doğa tahribatı yok ama salgın sonrası salgından hiç ders çıkarılmadığını gösteren birçok veri vardır. Elbette ki bu verilerin başında da ilk açılım yaşanan sektörlerin başında ülkemizde inşaat sektörünün gelmesi gösterilebilir” dedi. “DOĞADA OLMALIYIZ AMA DOĞAYI DA KORUMALIYIZ” Sarpten ayrıca, pandemi döneminde, insanların daha izole bir yaşam sürmeleriyle birlikte doğaya yönelmelerinin çevre üzerindeki etkilerine de işaret ederek, “İnsanların doğaya çıkması, doğayı tanıması ve doğayla içe içe yaşamaya özlem duyması pandeminin bireyler üzerindeki önemli etkilerinden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne var ki, bu durum doğa tahribatlarını da beraberinde getirmektedir. İnsanların bu konuda daha hassas ve dikkatli olması, atıklarını etrafta bırakmaması, gördüğü bitkileri koparmaması son derece önemlidir. Doğada olmalıyız ama doğayı da korumalıyız. Bence pandeminin en temel mottosu bu olmalıdır” görüşünü paylaştı. Sarpten, ülkelerde “yeniden açılma” süreciyle emisyon düzeylerinin tekrar yükselmesinin iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini hatırlattığına da işaret ederek, “Bizim iklim için hemen ve süratle harekete geçmemiz gerekiyor. Çünkü, özellikle bizim gibi Akdeniz ülkeleri iklim değişikliğinden üst düzeyde etkilenmeye başladı bile. Kış aylarında yaşanan seller, yaza aylarında yaşanan yangınların şiddeti ve sıklığı arttı. Aşırı miktarda can ve mülk kayıpları yaşanıyor” diye konuştu. Çevre ve doğanın korunması konusu ile iklim değişikliğinin ülke üzerindeki etkileri hakkında sivil toplum örgütlerinin bazı farkındalık çalışmaları ve uyarıları dışında yetkililerin herhangi bir çalışma yapmadığını da söyleyen Sarpten, “Biz daha yangınlara bile hazırlıklı değiliz. Devletimiz, biz dünyada yaşamıyormuşuz ve iklim değişikliği yokmuş gibi davranıyor” dedi. Sarpten şunları söyledi “İlk iş olarak iklim değişikliğinin en önemli sorunumuz olduğu kabul edilmelidir çünkü, biz sadece lafta var diyoruz ama tedbir amaçlı hiçbir şey yapıyor, yeşili azaltıyor, betonu artırıyoruz! Deniz seviyesinin yükseleceği aşikar ama Kıbrıs için temel sorun bu değil. Bizim için iklim değişikliğinin en önemi etkisi kuraklık ve aşırı iklim olayları olacak. Eskiden yılda bir kez yaşanan toz kirliliğinin bile artık her hafta yaşanması buna sadece küçük bir göstergedir. Kuraklık hakim olacak ve bir yıllık yağmur sadece birkaç günde yağıp sellere ve su baskınlarına yol açacak. Elbette beklenen KKTC devletinin iklim değişikliğini durdurması değil. Ancak, etkilerini azaltmak için tedbirler alınmalı, yeşil artırılmalı ve korunmalı. Yangın sel gibi felaketlere her zamankinden fazla hazırlıklı olunmalı. Çünkü giderek daha sık ve şiddetli yaşanacaklar.” Hasan Sarpten, salgın döneminde maske, eldiven gibi tek kullanımlık ürün attıklarındaki artışa da işaret ederek, “daha az atık çıkarmak, daha az su tüketmek, plastikten uzak durmak” gibi uygulamaları her bireyin hayatının parçası haline getirmesi gerektiğini söyledi. Ancak Sarpten, devletin alacağı tedbirler olmadan bunları başarmanın mümkün olmadığını belirterek, “Bugün, mesela Avrupa’da tek kullanımlık plastikler yasaklandı. Bize ise naylon poşet yasağı bile denetimden yoksun. Dahası, pandemi süreci başta maskeler, eldivenler olmak üzere tek kullanımlık plastik ürünleri de artırdı. Şu an yaklaşık 1,6 milyar maske okyanuslarda yüzüyor. Buna rağmen, Çin, Nisan 2020’de 450 milyon maske üretti. 2021'deki maske üretimi ise 52 milyarı buldu” dedi. Saprten, ülkenin atıklar konusunda da “sınıfta kaldığını”, devletin bu konuya kaynak ayırmadığını ve geri dönüşümün “neredeyse sıfır noktasında” olduğunu söyledi. YEŞİL BARIŞ HAREKETİ YBH “ÇEVRE, EKONOMİK ODAKLI POLİTİKALARIN GÖLGESİNDE KALDI” Salgın tedbirleri kapsamında uygulanan kısıtlamalar sayesinde hava kalitesinde ve karbon emisyonlarında iyileşmeler görüldüğünü ancak kısıtlamaların azalmasıyla karbon emisyonlarında salgın öncesi seviyelere dönüldüğü konusunda Sarpten ile aynı görüşleri paylaşan Yeşil Barış Hareketi YBH Başkanı Feriha Tel, salgından sonra ekonomik toparlanma sürecinde, çevreye duyarlı politikaların, ekonomi odaklı politikaların gölgesinde kaldığını söyledi. Tel, şöyle konuştu “Son yıllarda, salgından hemen önce çevre konusunda farkındalık artmaya başlamıştı. Ülkeler iklim değişikliğinin yavaşlatılması için küresel eylem planına kim dahil olacak diye yarışa girmişti. Rüzgar ve güneş enerjisi kullanımlarından termik santrallerin kapanmasına kadar birçok konu gündeme gelmişti. İklim değişikliği önem kazanmaya başlamıştı. Tek kullanımlık ürünlerin kullanılmaması konusunda da farkındalık oluşmuştu. Ancak salgından dolayı birçok faaliyetin durmasını takip eden süreçte, özellikle ülkelerin tamamen açılmasıyla çevreye duyarlı politikalar geri planda kaldı ve ekonomiyi tekrardan ayağa kaldırmaya odaklanan politikaların olduğu bir sisteme dönüldü.” Tel, bu küresel durumun KKTC için de geçerli olduğunu belirterek, salgın öncesi, son zamanlarda ülkede yaşanan aşırı yağışlar, sel ve su baskınları ile daha sıcak ve kurak geçen yaz aylarının bilim insanlarınca konuşulmaya başlandığını, ancak bu farkındalığın “uzun süre kapalı olan sektörleri nasıl ayağa kaldırırız, turizmi nasıl canlandırırız” gibi kaygılarla bakan politikaların gölgesinde kaldığını söyledi. Ancak Tel, son zamanlarda ülkede meydana gelen yangınların sellerin doğal afet değil, insanların yıllar içinde yarattığı iklim değişikliğinin sonucu olduğunu ve iklim krizi konusunda acil önlemler alınması ve iklim politikası oluşturulması gerektiğine işaret ederek, şöyle konuştu “Doğaya, şişe ya da sigara izmariti atıp yangına neden oluyorsanız, yangın doğal afet olmaz. Dereler içinde inşaat yapıp, derelerin yolunu değiştirerek, derelere müdahale ediyorsanız, sel bir doğal afet değildir. Bunlar doğaya verilen tahribatın sonucudur. Bunlar, ekonomik arsızlıktan dolayı yapılan yanlışlardır. Son zamanlarda çıkan yangınların doğal afet olarak kabul edilmemesi gerekiyor çünkü artık bilmemiz gerekiyor ki iklim değişikliğinden dolayı sıcaklık ve nem oranı yükseliyor ve ormanlara atılan bir şişe bile yangına neden olabiliyor... İklim değişikliğinden dolayı Akdeniz bölgesinde orman yangınlarının daha da fazla artacağı bilinciyle ülkede bir ya da birden fazla yangın helikopterinin bulundurulması gerekiyor. Bu, hem dış temaslarda hem de bütçe olarak birinci öncelik olmalı. Geçen ay Türkiye’nin farklı illeri ile KKTC’de Karşıyaka’da eş zamanlı çıkan yangınlar bunun önemini ortaya koymuştur.” Tel, pandemi döneminde, birçok yerde orman arazilerinin farklı amaçlarla kullanılmaya başlandığını, ağaçların kesildiğini belirterek, Bilgi Edinme Yasası altında, orman arazilerinin ağaçlandırma amacı dışında ne kadarının ve hangi amaçlarla kullanıldığı hakkında Orman Dairesi’nden bilgi talep ettiklerini ancak kendilerine verilen yanıtta “yeterli düzeyde” bilgi bulunmadığını söyledi. “SON DÖNEMLERDE PLASTİK SAYISI TENEKE SAYISINDAN ÇOK DAHA YÜKSEK” Tel, salgında tek kullanımlık ürünlerin kullanımındaki artışa ilişkin olarak, “Çöp konusunda zafiyeti olan ülkemizde de bunu gözlemliyoruz. Teneke kafeslerimize plastik de atılıyordu ama son dönemlerde plastik sayısı teneke sayısından çok daha yüksek. Her yerde maske, plastik pet şişe ya da bardak görüyoruz, bunlar denizlere kadar ulaştı. Sahillerde çok fazla görmeye başladık” diye konuştu. GERİ DÖNÜŞÜM PROJESİNDE GERİ ADIM Salgının ayrıca, 2015 yılından beridir 21 belediye ile iş birliğinde yürüttükleri geri dönüşüm projesini etkilediğini belirten Tel, “Projeyle geri dönüşüm konusunda farkındalık yaratıldı, cam ve plastik şişelerin geri dönüşümü için talep oluştu, ama salgında iş yükü artan belediyeler geri adım atmak zorunda kaldı ve bu konuda ayrı devlet bütçesi olmadığından proje sıfırlanma noktasına geldi” dedi. Feriha Tel, “Bilmeliyiz ki doğa bir bütün, doğaya attığımız her şey bir sorun yaratıyor, ormanlık alanda attığımız bir cam şişe hava sıcaklıklarının yükseldiği günlerde ormanda yangın çıkartmaya yeterli… Yine kirlettiğimiz denizlerden dolayı özellikle ülkemizde kaplumbağaları daha az ziyarete geliyor ve denizanası nüfusunda artış gözlemleniyor. Sonra da halk deniz analarından, denizdeki kirlilikten ve çıkan yangından şikayet ediyor. Doğanın dengesini bozan bizleriz, bizler doğayı korumak için bir an önce mücadele vermeye ve hassasiyet göstermeye başlamazsak maalesef kendi kaliteli ve sağlıklı bir yaşam geleceğimizden çalacağız” dedi. KUZEY KIBRIS KAPLUMBAĞALARI KORUMA CEMİYETİ SPOT “ENDİŞELENDİRİCİ BİR DURUM VAR” Kuzey Kıbrıs Kaplumbağaları Koruma Cemiyeti SPOT Başkanı Damla Beton, Kovid-19 salgını tedbirleri kapsamında kısa süreli kısıtlamaların doğaya salınan karbondioksit miktarlarında azalmaya yol açtığını, ancak bu kısa süreli değişimin devam ettirilmemesi halinde iklimsel değişikliğe pozitif etki sağlamasından bahsedilemeyeceğini söyledi. Beton, salgında kullanımı artan hijyen malzemelerinin doğa üzerindeki etkisine işaret ederek, “Doğaya zararları saymakla bitmeyen pek çok malzeme, geçmişte temel olarak laboratuvarlarda kullanılırken, şu anda herkesin evinde de kullanılmaya başlandı. Eskiden sahillerimizde bu malzemelere rastlamazken artık her yerde görmek mümkün. Herkeste ön plana çıkan hastalık korkusu kendini hijyen kaygısı olarak göstermekte ve bu da çevre kirliliğini tetiklemekte. Bu durum, genel olarak yaşam şeklimizin doğa dostu olmaktan uzaklaştığına işaret ediyor. Bu endişelendirici bir durum. Uzun süreçte doğadan daha da uzaklaşmamıza yol açabilecek bir ruh hali” değerlendirmesinde bulundu. “DOĞAYA YÖNELİM ARTINCA TAHRİP EDİCİ AKTİVİTELER DE ARTTI” Salgın sürecinde, insanların doğal alanlara yöneliminin arttığını belirten Beton, “Bir ülkede doğa dostu yaşam hakimse doğal alanlara yönelmekte bir sakınca yoktur, fakat, henüz kendi çöpünü doğada bırakmamaya alışmamışken doğal alanlara yönelinmesi çevre açısından riskli olur” dedi. Beton, ülkede, doğal alanlara çöp atmama konusunda sınırlı bilince sahip olunmasından dolayı insanların gittiği alanları kirletmesine, kamp yapmak için seçilen alanların kaplumbağa yumurtlama alanları olmasına, sahillere araçla girilmesine sıklıkla rastlandığını belirterek, “Doğaya yönelim artınca tüm bu tahrip edici aktiviteler de artıyor. Bu konularda ihbarları değerlendiriyor, hem insanları uyarmaya çalışıyoruz hem de gerekli durumlarda ilgili mercilere şikayetlerde bulunuyoruz” diye konuştu. Bu konuda genel olarak olumsuz bir tablo çizmesine rağmen, doğada zaman geçirerek, doğanın bir parçası olduklarını yeniden hatırlayan kişilerin doğayı koruma konusunda daha hevesli olduklarını belirterek, Beton, “Evet, doğaya çıkıp kirletenler daha çok olabilir, ya da tahrip edenler artmıştır. Fakat, umuyorum ki ailesi ile doğada zaman geçirdiği için daha duyarlı hale gelen insanlarımız da vardır. Bu kişilerin sayısı arttıkça uzun vadede doğa kendini toparlayacaktır” dedi. Beton, salgından önce de iklim değişikliğinin çok sıcak bir konu olduğunu, salgın ile eş zamanlı olarak birçok kurumun iklim konusunda farkındalık çalışmalarını devam ettiklerini, dünyanın pek çok farklı yerinde yaşanan yangın, sel ve benzeri iklim kaynaklı felaketlerin de iklim konusunun ön planda kalmasına neden olduğunu anlatarak, “dünya yüzünü iklime döndü” dedi. Beton, şöyle konuştu “Maalesef ülkemiz henüz geleceğe dair bir yol haritası belirlemiş durumda değil. Oysa, Akdeniz'in doğusunda oldukça sıcak bir bölgede, deniz seviyelerinden etkilenme potansiyeli çok yüksek olan bir adada yaşıyoruz. İklimin, ülkemizin en öncelikli sorunlarından birisi olması gerekir. Maalesef, geleceğe dair belirsizliklerin sürmekte olduğu ülkemizde istikrarlı iklim politikaları üretmek şu an için çok iyimser bir beklentiden öteye gitmiyor. Ülkenin ekonomik sorunlarını ancak günübirlik çözebiliyoruz. Ve maalesef bu ekonomik sorunların iklimde yaşanacak olası değişimlerle artacağı gerçeğini de günü kurtarma kaygısı ile göz ardı ediyoruz.” “DOĞRU SU VE ENERJİ POLİTİKALARI ŞART” Beton, “Bu konuda önlem almak da bizim elimizdedir. Özellikle doğru su politikalarının uygulanmaya konulması şarttır. Türkiye Cumhuriyeti'nin bile gelecekte su kıtlığı yaşanan bölgeler arasında yer alması muhtemelen KKTC'nin ülke olarak kendi kendine yetmeye yönelik çalışmalar yürütmesi çok önemlidir. KKTC kendi kendine yetebilecek bir su politikası belirlemeli, acilen su kullanımını azaltan sistemlere yatırım yapılmalıdır. Benzer şekilde enerji kullanımını asgariye indirecek doğa dostu evlerin teşvik edilmesi gereklidir. Tüm ülke seferber olup ormanlık alanlarını korumalı, doğal yaşam alanlarına sahip çıkmalıdır. Ancak bu şekilde iklimin olası etkilerine karşı önlem alabiliriz” dedi. Beton, salgın döneminde halkı bilgilendirmenin tüm kurum ve kuruluşların “asli görevi” olduğunu söyleyerek, “Sağlık konusunda pek çok bilgilendirme yapılırken, çevre konusu ikinci plana atılmaktadır. Oysa bu iki konu iç içedir ve bir bütün olarak değerlendirilmelidir. Ekonomi politikaları çevre ile iç içe düşünülerek ele alınmalı, ülkenin geleceğe dair planları çevre koşullarındaki olası değişiklikler değerlendirilerek yapılmalıdır” dedi. ÇEVRE TEKNİK KOMİTESİ KIBRISLI TÜRK EŞ BAŞKANI “HER TARAF MASKE DOLU” Çevre Teknik Komitesi Kıbrıslı Türk Eş Başkanı Salih Gücel ise, salgında ilk yaşanan kapanmalarla çevrenin nefes aldığından bahsedildiğini ancak yeniden açılmalarla bu iyileşmelerde salgından önceye dönüldüğünü anlatarak, salgının hem dünya hem de ülkede çevresel etkilerinin görüldüğünü söyledi. Gücel, ülkede yaşanan salgının çevresel etkilerine ilişkin şöyle konuştu “Salgın korkusuyla insanların toplu taşıma araçları yerine kendi araçları ile seyahat etmeyi tercih etmeleri hem hava kirliliğini hem de trafik yoğunluğunu artırdı. Lefkoşa, Girne ve Mağusa şehir içinde bir yerden bir yere gitmek zorlaştı, tabii bunun çevreye zararları var. Maske, plastik dezenfektan şişe, ıslak mendil gibi tek kullanımlık ürünlerin kullanımının artması ve doğaya gelişi güzel atılmasıyla çevre kirliliği yaratıldı. Eskiden doğaya atılmış çöp poşetleri görürdük, ardından naylon poşetler ücretli olmuş, bu da naylon poşet kullanımı azalmıştı. Ancak şu an her taraf maske dolu, poşetler en azından sağlık riski taşımıyorlardı... Dezenfektan kullanımının virüsü öldürdüğü söyleniyor, ancak dezenfektan doğaya karışınca faydalı bakterilerin ve bazı canlıların da yok olmasına neden oluyor. Ayrıca insanlarda alerji, Solunum ve cilt kanseri gibi sağlık sorunlarına yol açıyor. Öte yandan seyahatlerde sınır formalitesi nedeniyle kağıt sarfiyatı arttı. Bir taraftan salgından korunmaya çalışırken, diğer taraftan doğa üzerinde yeni bir baskı oluşturduk.” Salgında insan hayatının, çevre ve doğanın korunmasının önüne geçtiğini, insanların doğaya verdiği zararı unuttuklarını anlatan Gücel, “Salgının yarattığı hastalık endişesinden kurtulduğumuz zaman daha ciddi yoğun bir şekilde bu dönemde yarattığımız çevresel etkilerini bertaraf etmek için çalışmamız gerekiyor” dedi. Gücel ayrıca, toplumda çevre konusunda duyarsızlık olduğunu belirterek, “Eminiz ki insanlar bu atıkların çevre kirliliğine yol açtığını biliyorlar çünkü kendi evlerini temiz tutuyorlar. Ancak çöplerini doğaya bırakıyor, tarlaya döküyor çünkü çevreye karşı bir sahiplik duygusu hissetmiyor ve sadece kendine ait olanı temizliyor. Ancak çevreyi korumak herkesin görevidir” diye konuştu. Salih Gücel, İki Taraflı Çevre Teknik Komitesi’nde salgının çevresel etkilerine ilişkin birtakım değerlendirmeler yaptıklarını ifade ederek, “Maske, dezenfektan şişeleri, ıslak mendil gibi tek kullanımlık ürün atıkların düzgün bir şekilde toplanması konusunda neler yapılabilir, ne gibi bilgilendirici çalışmaları yapabiliriz diye konuşuyoruz” dedi. Gücel ayrıca, İki Taraflı Ekonomi ve Doğal Kaynaklar Komitesinin bir süredir “atıkların toplanması ve ekonomiye kazandırılması” konusunda bir proje üzerinde çalıştıklarını belirterek, “Çevredeki atıkların azaltılmasının tüm ada genelinde kirliliği azaltacağı düşüncesinden hareketle iki taraflı bir proje geliştirmeye çalışıyorlar. Pandemi döneminde çalışmalara başladılar ama salgın, teknik komitelerin çalışmalarını da sekteye uğratmıştı. Bu çalışmalar konusunda biz de görüş verdik” diye konuştu. Gücel, ülkedeki atık sorunu konusunda her şeyin insanda bittiğini, bu sorunu halkın yarattığını gözlemlediklerini belirterek, şunları ekledi “İnsanlar çöp konusundaki uyarılarımıza riayet etse, çöp sorununu halk seviyesinde konuşmayacağız. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi atıkların ayrı ayrı toplanması ve geri dönüşümü konusunda bir baskı oluşmasını beliyoruz. Çöpleri doğaya atmaktan çok halkın bu yönde çaba göstermesini istiyoruz ki bununla ilgili Cumhurbaşkanlığında Sibel Tatar’ın öncülüğünde katı atıkların ayrı ayrı toplanması ve geri dönüşümü ile ilgili Atık Yöntemi Projesi’ Tatlısu’da pilot proje olarak başlatıldı. Bu çalışmaları, ilgili taraflarla birlikte yürütmeye ve uygulamaya çalışıyoruz.” Kaynak TAK Giriş Tarihi 0012 Son Güncelleme 0114 Eskisi kadar yüksek performanslı çalışmayan ve uzun pil ömrü sunmayan akıllı telefonunuzu yeni bir modelle değiştirmek yerine pilini yenilemek, yalnızca kesenizi değil gezegenimizi de koruyor. McMaster Üniversitesi araştırmacıları tarafından gerçekleştirilen ve sonuçları Journal of Cleaner Production Dergisi'nde yayınlanan bir araştırma, akıllı telefonların, bilgisayarların, monitörlerin ve sunucuların 2010-2020 yılları arasında sebep oldukları karbon salınımını ortaya çıkardı. Bilim insanları, artık hantal bilgisayarlar yerine ufak ve enerji cimrisi telefonlar kullanıyor olsak bile, teknolojinin çevreye etkisinin giderek kötüleştiğini gözler önüne serdi. 2007 yılında bilgi ve iletişim cihazları Dünya'daki karbon salınımının yalnızca yüzde 1'ini oluştururken, günümüzde bu oran üçe katlanmış durumda. Daha da kötüsü, araştırmacılar bunun 2040 yılında yüzde 14 seviyesine kadar ulaşacağını öngörüyor. Bu oran, günümüz ulaştırma endüstrisinin sebep olduğu karbon salınımından yarı yarıya daha fazla demek. En hızlı şarj olan telefonlar hangileri? Akıllı telefonlar bilgisayarlardan daha az enerji tüketseler de, bu cihazların ortalama kullanım ömürlerinin 2 yıl olması onları çevreye en çok zarar cihazlar listesinin zirvesine çıkarıyor. Yeni bir telefon üretmek, özellikle bu cihazın içerisindeki nadir bulunan materyallerin madenciliğini yapmak, söz konusu telefonun iki yıl içerisinde gerçekleştireceği karbon salınımının ortalama yüzde 90'ını doğuruyor. YÜZDE 57 DAHA FAZLA KARBON SALINIMI... Telefon üretimindeki mevcut pratikler, yeni bir telefonu kullanıcıların mevcut telefonlarını 10 yıl boyunca şarj etmeleri ve kullanmalarından doğacak karbon emisyonuyla imal ediyor. İnsanların daha nadir telefon değiştirmeleri nedeniyle kârları tehlikeye giren şirketler, daha büyük ve cezbedici telefonlar geliştiriyorlar. Araştırmacılar ise geliştirilen büyük ekranlı telefonların medyada getirdikleri karbon salınımlarının daha küçük seleflerine kıyasla endişe verici seviyelerde olduğuna dikkat çekiyor. Dünyanın en büyük akıllı telefon üreticilerinden Apple, iPhone 7 Plus cihazlarını üretmenin, bir önceki model olan iPhone 6s'ten yüzde 10 daha fazla karbon salınımına yol açtığını kamuoyuna duyurmuştu. Daha küçük ekranlı iPhone 7 ise üretim teknolojilerindeki gelişimler sayesinde iPhone 6s'ten yüzde 10 daha az karbon emisyonuyla üretilmişti. Ancak kullanıcıların daha büyük ekranlı telefonlara yönelmesi, şirketler için kaçırılamayacak kadar büyük bir fırsat, Dünya için ise daha fazla karbon salınımı anlamına geliyor… Bir diğer bağımsız araştırma, iPhone 6s'in iPhone 4s'e kıyasla yüzde 57 daha fazla karbon salınımına sebep olduğunu ortaya çıkarmıştı. Apple ve diğer telefon üreticileri tarafından yürütülen geri dönüşüm programlarına rağmen, Life Cycle Assessment araştırmasının baş yazarı Lotfi Belkhir, günümüzde akıllı telefonların yalnızca yüzde 1'inin geri dönüştürüldüğünü belirtiyor. Akıllı telefonlar için en iyi ücretsiz uygulamalar! Habertürk'e göre akıllı telefonunuzu iki yıl yerine üç yıl boyunca kullanmanız, kişisel karbon ayak izinizin önemli ölçüde azalmasını sağlayacaktır çünkü halihazırda sahip olduğunuz telefon için herhangi bir nadir materyal madenciliği yapılmasına gerek duyulmuyor. Tıpkı ikinci el benzinli bir otomobil almanın, sıfır bir Tesla ya da Prius marka elektrikli otomobil almaktan daha çevreci bir yaklaşım olması gibi, eski telefonunuzu daha uzun kullanmak da çevreye daha duyarlı bir karar olacaktır. ozgurcetin Tarihi Aralık 26, 2007 1204Sürekli teknolojinin faydalarından ve hayatımıza kattığı olumlu şeylerden bahsediyorum. Bu hafta madalyonun öteki yüzünü de bakalım hafta bilgisayarımın anidan çalışmamaya karar verip bütçemde küçük çaplı bir delik açmasından ve bayram yoğunluğundan sonra yine klavyenin başındayım. Yeni bilgisayarımla karşınızdayım. Bugün biraz da teknolojinin bilmediğimiz ya da bilmek istemediğimiz yüzüne bakalım hep birlikte. Malum teknolojik cihazlar belli maddelerden üretiliyor. Plastik aksamdan tutun pillerde kullanılan maddelere kadar bir dizi zararlı materyal içeriyor bu cihazlar. Bunların en somut örneklerinden biri cep telefonları. Eskiyen ya da ömrünü dolduran cep telefonlarının doğaya zararı olduğunu biliyor muydunuz. Ya da çöpe attığınız eski monitörünüzdeki kurşun gibi ağır metallerin çevreye nasıl zarar verdiğini?Ne yazık ki kullandığımız birçok elektronik eşya ya da bilgisayar malzemesi zaman zaman sağlığa zararlı maddeler içerebiliyor. Örneğin LCD ekranlarda sıvı maddenin sağlığa zararları olduğu biliniyor. Benzer şekilde baskılı devrelerde bulunan bakır ve diğer maddeler de havaya karıştığında zararlı olabiliyor. Üçüncü dünya ülkelerinde bu maddeleri ısıtarak birbirinden ayırma işlemi yapılıyor. Tabi bunun çok zararlı kanserojen maddeleri doğaya saldığını hatırlatayım. Yangına körükle gitmek istemem ama gerçekler ne yazık ki böyle. Eninde sonunda bu ürünleri kullanarak doğaya ve uzun vadede kendimize zarar veriyoruz. Bireysel olarak alınacak bazı önlemlerle bu sıkıntıların bir kısmının önüne geçilebilir. Örneğin biten pillerinizi kalem ya da telefon pili özel toplama merkezlerine götürebilirsiniz. Birçok büyükşehirde bu tip merkezler var. Hatta bazı şehirlerde mesela İstanbul'da pillerinizi atabileceğiniz özel çöp kutuları bile var. Geçen gün evdeki bütün bitmiş pilleri toplayıp evimin yakınındaki markette bulunan böyle bir kutuya attım. Toplanan piller çevreye zarar vermeyecek şekilde imha ediliyor. Elbette bu sadece bireysel çaba ile çözümlenebilecek bir sorun değil. Devletin de bazı görevler üstlenip eskiyen elektronik eşyaların güvenli bir şekilde imhası konusunda adım atması lazım. Ancak birkaç sene öncesine kadar çöplükte nükleer maddeler bulunan bir ülke olduğumuzu da unutmamak lazım. Yani 'çok çalışmamız lazım çok'. Tabi ki konu çevre duyarlılığı olunca dikkat etmemiz gereken bazı noktalar da var Örneğin elektronik cihazları bekleme stand-by konumunda bırakmamak gerekiyor. Bu modda ürünler hala elektrik harcamaya devam ediyor. Belki bir iki kişi ya da cihaz için sorun olmasa da binlerce kişinin bunu yaptığını düşündüğünüzde ciddi bir rakam ortaya çıkıyor. Öte yandan şarj ettiğiniz cihazları cep telefonu, MP3 çalar ve benzeri işlem bittikten sonra elektrikte bırakmamak gerekiyor. Yapılan bir araştırmaya göre tam olarak şarj olduktan sonra hala prizde bırakılan cihazların enerji harcamaya devam ettiği bulunmuş. Önemli cep telefonu üreticilerdin biri de şarj olduğunda sesli olarak bunu duyuran bir telefon geliştirmiş. Böylece telefonu şarj işlemi bittikten sonra fişten çekiyorsunuz. Teknoloji kullanıyoruz ve kullanmak zorundayız. Ama bunu yaparken alacağımız birkaç küçük önlem çocuklarımıza daha temiz bir dünya bırakma konusunda bize yardımcı olabilir.

teknolojinin yanlış kullanımının insanlara ve doğaya verdiği zararları anlatan