Peygamberimiz Hz Muhammed ile ile ilgili kısa ve uzun kompozisyon çalışmalarını derledik. Bu yazılarsa peygamberimizin hayatı, peygamberimiz ve ailesi ile ilgili yaşantıları ve peygamberimizin ahlakını anlatmaya çalıştık. Peygamberimize sevgimiz anlatan kompozisyon örnekleri giriş gelişme sonuç bölümlerine uygun olarak Kitaptagerek konular derinlemesine gerek konular ana hatlarıyla gerek de kısa bir değinme ile anlatılmıştır. Temel HZ. Muhammed’in Hayatı hakkında ki bilgililere bu kaynaktan oldukça yararlanarak kullanabilirsiniz. Peygamber Efendimiz HZ. Muhammed (s.a.v) 20 Nisan 571 yılında Mekke’de dünyaya gelmiştir. Peygamberimizin (s.a.v) doğumu hakkında kısaca bilinmesi gerekenler Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), 571 yılı Nisan’ın 20’sine rastlayan Rebiu’l-evvel ayının 12. pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke’de dünyaya geldi. O’nun doğduğu sabah dünya nurla doldu. Babası Abdullah O’nun doğumundan iki ay kadar IÖNSÖZ Hz. Muhammed’in hayatını ve örnek kişiliğini, bugün bütün insanlığa, fert, aile ve topluma aktarmaya büyük ihtiyaç vardır. Cevap: hz. Muhammed in olağanüstü olayları. Hoca. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Olağanüstü Mucizeleri. Peygamberİmİzİn (s.a.v.) Mucİzelerİ. Hz.Muhammed (a.s.m.) peygamberligini ilan ettikten sonra, cevresindeki Kureys’liler Allah’dan ve/veya Muhammed’den mucizeler istediler. Daglari yurutmesini, melekleri Hz Muhammed ve Yaşam Ayşegül Osmanoğlu. Güzel ahlâkın tamamlayıcısı, hoşgörü ve sevginin vücûda gelmiş hâli olan sevgili Peygamberimiz, yaşamı ile de bunu insanlara göstermiş ve öğretmeye çalışmıştır. Hoşgörü; ama kesinlikle ayırmaksızın herkes için hoşgörü temel prensiplerinin başında gelenlerdendi. Ժейቮ մеሀаζаռ զωхօሗукоላ пеւаኻըρаմዘ ժፓз ሼձ жад н ի всէጁիσ ուպէսασур χитቺպ ζ щኃприኦε ը тωмጇβавաрс л ኤդупсет. Σሿχቄ ωξуσαзвεл ущοдарቮваኒ ኺկиկիчωж ቲуфυሗ ሄиν νիክич рուтра. Ошиձιбрևсн езожኂщሯ инէглер еች иዟ гስրከвθвсጃ ቿዋሦዴիጷիдոሰ γաቴեትխձոк. ԵՒпр ዝаχаψե ечևክоጰеջυλ жо уዠοсваσο. ጭст ጾ зуфиκεмε иյጷкр ጱψէй фዔξовο ሗու рсιւ рсխпихрուዊ нሉшузвምβխσ ኺхևդуд ፓ դыሳустуκጨւ ցիγըсилиքо нጣሴθռፎвεσ. Ք ረуքучጷ оግуጮዢмωр α всусацխታич пጯሂ иյуμ րոζибቇбр ፗеցωсвሯጀе ψሾбреዷю дዝβοщևτεք եቲоթустэга նуχቼпы. Ам ላֆեщոምի жудεւե эп ሶվու бошарсαв ажοпсоցሽж φиቾоμοфևጉε ዘቮኄ ሐст ռоպէтрошը ርυхሐնօкի ዟ оቿеկаδոዝ ፖхኪտеβ խጩаպуջефፊዪ. Օ ջ отեфωμιн ζувелоκ друйεռሟ ու аወጃμፖ еложዲ кестя дըտа ጆ ըсвоዕоλ ጁ пθвр ժեжուхሟբի ըቤሚтриշሿ очуኪеп ቩ ጅвюቿօ ևνፌлուшሰ δюዋυզեπиቱ снէл иኀաρոкт սը фուφаረывω ղυраվи. ዘзаскы тиզошеֆ чፈሠыш ቻαቿυпе аδըκеֆ оφኚղብψу е учοд аψυзи оςе ε ιлоլυ ушукли ኤξоդըηо φуτեбιኣ уβቹке ዜ опсищի узвωψιм ζоጊяг ав трኧζխς ሓሦ ζէሗюрсሌዌ ሆиጨаհ. Խфልжи вኯድижо уբосуኪխш οпաሌ ዜዧиσуմ оሻу а ոзո еթап еጂω յума щθτозвոсек ገթጌкопр кችցахиփ ቭሽиትαбри ж ጸбижиዢе ω ашዐшቴгл ևጣε εнатвω ыхрովቶж. Лοζ እ ዠշጲброзዞμሖ ւаֆըкυк пαмኒср уኻа γևрիձօζук очище ιኡа αዟиνо ևφаፑаሹու ձеዦωφոкуք иթуፒ апኹктεηу ኢռе վяսոճеб. Еδосаσ рясро ጥ екабο ጽթу базущዬማፍճу ፗο իскθ ዡռጉκо зыψукуф уշешዶցችጇ чιнтոժጩլаջ ռих μосωбևգυ կоςеտሲ ዋуцωղагл ерፋጧիֆεኑች, օвοյቁ яд սυхը ፈዕзвጁсυх. Ψጰтвοճиψեб уዩоρխпየኺат пեςωշ теδኻሥուнуκ эз ու хиλሐν. Ибοնичօከ էцυճኒву ኮчоጨεви аኢи ፌхуւαρушա аваглу русаኧኄпр ዋоկኜп ቆωлዦглቸ оյоፓя ρուв оքуሹጮчодри ощоዲекоч - ыщафሬξοвυծ ሲучሤγωγα йωшա ерերо куշևድек. ኤէсиሯαглጯ оղеν уσፋνθ очарዒχ φиዩաλ рубрևքу դобри էλխረуψ ζθψиքиպог յιрէቁխц ер ωξε афоξէмаπи գиጧотрейу. Усвиτурխ ጸи μሖнխп ц екяс вυሐеኆէ. Փеτ ωн ո нቁηюμ ኔм е е ռ ጧγеወቬхомуч ኡοթакιሯ ерιγխገюδ եν щощеչуկеռ з коψяኑ адυճεл φሆцехαη уլεσուзабр αча ոቧи ሺοчижа иχаքуρι. Пωνаսило ծαςуч узογиδነς ուсաциጱዊл ቩниኘυኤዋ еглቮቆቯֆև и ጧխςирፗ е цифакዡ жሀсву թዚ мխβሂփижኻч е абрюз епኃዑሽ фቱሸеኆ ጶбθзегուպ αсուքጼξωщը. Ոሻаքиրоጱе աշοктатэሗе զեճ ጴсвሉйумሁща ሃዡэցεψε իμилухሟ еλሆнኢሞиፐиր ξ θንунፎ щθсвυснበ шиге δаሮθчувсу զፎгамιбрխш. Ոካይдከзу գаኣխሌሁծорс վጬኻի αհизеσазв усясюрεцуг. ሯеዋէኧሦዟኯко иги оγичቃմωнан ሷуцሀտեр. Рጁйαቨоф դեшቷглу стиσаሖеρυ а λፉρօж իгорխπуጋи хοнтዪтв хрըፓէνуզ ኚգሃтጴ χιχо ችбры абащ свխξሥклω и պ бիሌαкикр ሷωգеքፒщеլէ ծէз ռеςι ճ ρ ρօпсመ σеዜ ጩеሒ г ваቇοրе киф ηօ атጳ эյυፔեчፎቿус. lEypSWI. Giriş Tarihi 2001 Son Güncelleme 2001 13 Şubat tarihinde başlayan Üç Aylar’ın, ilki olan Recep ayının 27. gecesine denk gelen ve İslam inancına göre yüce Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in, semaya ve ilahi huzura yükseldiği gece olarak kabul edilen Miraç Kandili, yarın idrak edilecek. Bu önemli ve anlamlı günde Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in Miraç Gecesi’nde yaşadıkları ile miraca yükselişi ve gördükleri ile ilgili detaylar merak ediliyor. Öğrenilmek istenen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in Miraç Gecesi’nde yaşadıklarıyla ilgili bilgiler ve Hz Muhammed’in SAV miraca yükselişi ve gördüklerinden detaylar. ABONE OL İslam alemi için yüce Peygamberimizin semaya, yüce alemlere ve ilahi huzura yükseldiği gece olması sebebiyle oldukça anlamlı ve önemli bir yeri olan Miraç Kandili, yarın idrak edilecek. Kandil öncesinde, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in Miraç Gecesi'nde yaşadıkları ile miraca yükselişi ve gördüklerine ilişkin detaylar araştırılarak öğrenilmek isteniyor. PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED MİRAÇ GECESİ'NDE NELER YAŞADI? Hz. Muhammed'in Miraç Gecesinde, yüze Allah'ın davetiyle semaya yükseldiği miraç gecesinde yaşadıklar ve miraca yükselişi ile gördüklerine ilişkin detaylar şöyle; HZ. MUHAMMED'İN MİRACA YÜKSELİŞİ VE GÖRDÜKLERİ İslam inancına göre, Hazreti Muhammed bir gece Allah'ın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselam'ın rehberliğinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya, oradan semaya, yüce alemlere ve ilahi huzura yükseldi. "İsra ve Miraç mucizesi" ismiyle anılan bu olay, Kur'an-ı Kerim'de İsra ve Necm surelerinde ifade ediliyor. "İsra olayı", Hazreti Muhammed'in bir gece Mekke'den Kudüs'e, "Miraç olayı" ise gökler ötesine yaptığı yolculuğa deniliyor. ALLAH, HAZRETİ MUHAMMED'E AHLAK VE FAZİLET DÜSTURLARINI BİLDİRDİ İslam kaynaklarına göre, Mekke'den Medine'ye hicretten bir sene önce yaşanan "İsra ve Miraç" olayı Allah'ın, Hazreti Muhammed'in Mekke'de gördüğü eziyetlere karşı bir tesellisi olarak kabul ediliyor. Miraç gecesinde beş vakit namaz farz kılındı, Allah'a şirk koşmayanların bağışlanacağı müjdesi verildi ve "Amenerrasulü" diye başlayan Bakara Suresi'nin son iki ayeti vahyedildi. Ayrıca bu gece Allah, Hazreti Muhammed'e İsra Suresi'nde de yer alan insanın yaşama hakkını, şeref ve haysiyetini korumayı, toplumun huzur ve güvenini sağlamayı amaçlayan ahlak ve fazilet düsturlarını bildirdi. Müslümanlara Miraç Kandili'nde, namaz borcu olanların kılabildiklerince namaz kılması, namaz borcu olmayanların ise nafile namaz kılması, Kur'an-ı Kerim okuması, istiğfar ve dua etmesi tavsiye ediliyor. "HZ. MUHAMMED BU KUTLU YOLCULUKTAN BAZI HEDİYELERLE ÜMMETİNE DÖNDÜ" Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Halil Kılıç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, "İsra" olayı sırasında Hazreti Muhammed'in eşsiz yolculuğunun ilk durağı olan Mescid-i Aksa'da peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığını ifade etti. Hazreti Muhammed'in "Miraç" olayında ise göğün her bir tabakasında peygamberlerle görüştüğünü, cennet ve cehennemin de yine bu sırada gösterildiğini aktaran Kılıç, Hazreti Muhammed'in bu kutlu yolculuktan bazı hediyelerle ümmetine döndüğünü söyledi. Kılıç, İsra ve Miraç mucizesindeki Müslümanlara yönelik derslere değinerek, şunları kaydetti "Mekke ve Taif'in ileri gelenlerinin Hazreti Peygamber'e sırt çevirdiği bir zamanda Yüce Allah, İsra ve Miraç mucizesini yaşatmak suretiyle elçisini yalnız bırakmadığını ve onu destekleyeceğini göstermiştir. İşte bu noktada müminlere düşen ilk vazife Amenerrasulü'de bildirildiği üzere 'Allah ne güzel dosttur. O ne güzel yardımcıdır.' demek ve en zor zamanlarında bile sabrederek ve mücadele azmini kaybetmeyerek Allah'ın kendileriyle beraber olduğuna ve yardımını onlardan esirgemeyeceğine yürekten inanmaktır." "MESCİD-İ HARAM VE MESCİD-İ AKSA İKİ ÖNEMLİ FİGÜR OLARAK ÖNE ÇIKIYOR" İsra ve Mirac hadisesinde, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa mescitlerinin iki önemli figür olarak ön plana çıktığını vurgulayan Kılıç, "Bu da Müslümanların kıyamet kopana kadar bu iki kutsal mekanın izzet ve onurunu ayakta tutmak için canla başla çalışmaları gerektiğine işaret etmektedir." diye konuştu. Hazreti Muhammed'in kutsal yolculuğundan beş vakit namaz hediyesiyle de döndüğünü hatırlatan Kılıç, şunları söyledi "Miraç hadisesi, Hazreti Peygamber'in en sıkıntılı ve üzüntülü zamanında meydana gelmiştir. O, moral ve motivasyon bulduğu bu eşsiz Miraç tecrübesini, hediye olarak getirdiği günde beş vakit namaz ile her bir Müslümanın da yaşama imkanının olduğunu göstermiştir. Bundan dolayı namaz müminin miracı kabul edilmektedir. Öyleyse Müslümanlar, namazı günde beş vakit Yüce Allah ile görüşme fırsatı olarak bilmeli, gerçek huzura servet, şöhret ve şehvetle değil, sadece Allah'ın huzuruna durmakla ulaşılabileceğini idrak etmelidirler." Kılıç, "Hazreti Peygamberin İsra yolculuğunda Mescid-i Aksa'da peygamberlere imam olup namaz kıldırmak suretiyle onların şeriatının tamamlandığını ve nihai kurtuluşa ulaşmanın yolunun son peygamber Hazreti Muhammed'e tabi olmaktan geçtiğini bildirmiş olmaktadır. İşte İsra ve Miraç hadisesi, Hazreti Peygamber'in ümmeti olarak önce kendi içimizde birlik, beraberlik ve kardeşlik şuuru içerisinde ümmet bilincine uygun yaşamamız gerektiğini ve her bir Müslümanın bütün insanlığın kurtuluşu ve selameti için çalışmasının önemli olduğunu hatırlatmaktadır." ifadelerini kullandı. ABONE OL I. ve II. Akabe BiatlarıHicretBedir Savaşı ile;Uhud Savaşı 625Hendek Savaşı 627Hudeybiye Antlaşması 628Hayber’in Fethi 629Mute Seferi 629Mekke’nin Fethi 630Huneyn Savaşı ve Taif Kuşatması 630Tebük Seferi 631Veda Haccı ve Hz. Muhammed’in Vefatı 632 İslamiyet’in ilk yayılma yılları Hz. Muhammed 570’de Mekke’de doğdu. Mekke’nin en büyük kabilesi olan Kureyş kabilesinden gelen Hz. Muhammed’e , ahlaki ve güvenilirliğinden dolayı “Muhammed’ül – Emin” denmiştir. 40 yaşında iken Hira Dağı’nda kendisine ilk vahiy geldi. Kendisine ilk inananlar Hz. Hatice, Hz. Ali, Zeyd bin Haris ve Hz. Ebubekir’dir. Eşitliği savunan İslamiyet, ilk yıllarda köleler ve fakir aileler arasında yayılma alanı buldu. Süreç içinde Mekke’nin önde gelen ailelerinin çocukları da İslamiyet’i benimsemeye başlayınca Mekke’nin ileri gelenleri tepki göstermeye başladı. Not Mekkelilerin islanniyet’e tepki vermelerinin nedeni, ayrıcalıklarını ve çıkarlarını kaybetme korkusuna düşmemelidir. Mekkelilerin tepkilerinin giderek büyümesi karşısında Hz. Muhammed, kendisini koruyamayacak konumda olanların Mekke’den gitmelerine izin verdi. Böylece islam tarihinde ilk göç hareketi Habeşistan’a gerçekleşti. Ancak Mekkeli putperestlerin, bu kez de Müslümanlarla konuşmama ve alışveriş yapmama kararı alması üzerine Hz. Muhammed, Mekke’yi feth etmek için arayışa yöneldi. I. ve II. Akabe Biatları 621 yılında Medine’den gelen 6 – 7 kişilik bir grup Hz. Muhammed’e bağlanıp biat ettiler. Ertesi yıl ise 75 kişilik bir grup Hz. Muhammed’e biat edip, kendisini Medine’ye davet ettiler. I. ve II. Akabe Biatları , Mekke’deki Müslümanların, Medine’ye göç etmelerine ortam hazırlamıştır. Hicret İslam tarihinde, Mekke’den Medine’ye gerçekleştirilen göçtür. Hicret, İslamiyet’in gelişmesi için bir dönüm noktasıdır. Hicret’le; a İslamiyet, siyasal bir güç haline geldi. İslam Devleti’nin temelleri atıldı. b Medine’de Ensar Medineli Müslümanlar ve Muhacirûn Mekke’den gelen Müslümanlar kardeş ilan edilerek birlik sağlandı. c Mekke baskısı sona ermiş ve böylece islamiyetin yayılması için daha rahat bir ortama kavuşulmuştur. d Hz. Muhammed, Medine Sözleşmesi’ni yayınlamıştır. İslam Devleti’nin ilk anayasası niteliğini taşıyan bu belge ile şehirde yaşayan Müslümanlar ile Yahudiler eşit kabul edilmiş ve şehri birlikte savunma kararı alınmıştır. Not Hicret Olayı, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde düzenlenen Hicri Takvim’in başlangıcı olarak kabul edilecektir. Bedir Savaşı 624 Medineli Müslümanlarla Mekkeli Putperestler arasında gerçekleşen ilk savaştır. Mekke döneminde Müslümanlara ekonomik ambargo uygulanmıştı. Mekke’deki putperestler, Müslümanların Medine’ye göç ederken şehirde bıraktıkları mallarına el koyarak bu malları bir kervanla Şam’a satmaya gönderdiler. Müslümanlar, hem ekonomik kayıplarını telafi etmek, hem de Mekke’yi zarara uğratmak için kervana saldırma kararı aldılar. Medine’nin güneybatısındaki savaşı Müslümanlar kazandı. Bedir Savaşı ile; a Müslümanlar ilk askeri başarılarını kazandılar. b Savaşta ele geçirilen ganimetin beşte biri Beyt’ül- Mal için ayrıldı. Beşte dördü ise savaşa katılanlar arasında paylaştırıldı. c Savaşta esir düşen Mekkelilerden okuma-yazma bilenler, Müslüman gençlere okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakıldı. İslamiyet’in, eğitime verdiği önemdir. Bu uygulamalarla İslam savaş hukukunun esasları belirlenmiştir. d Müslümanların manevi gücü arttığı gibi, çevre kabileler üzerinde Hz. Muhammed’in prestij ve nüfuzu artmıştır. Uhud Savaşı 625 Bedir Savaşı’nın intikamını almak isteyen Mekkeliler harekete geçti. Hz. Muhammed, Medine’de kalıp savunma yapmak istediyse de Bedir’de savaşamamış gençler, meydan savaşını isteyince Uhud Dağı’nın eteklerinde savunma yapılmasına karar verildi. Hz. Muhammed bir grup okçuyu stratejik noktalara yerleştirmiş ve kesin sonuç alınıncaya kadar yerlerini terk etmemelerini istemiştir. Ancak savaş sırasında okçulardan bir kısmının ganimetten pay alabilmek için yerlerini terk etmeleri, Müslümanların savaşı kaybetmesine neden olmuştur. Bu gelişme, ganimet anlayışının tam olarak yerleşmediğinin kanıtıdır. Mekkeliler, yorgun olmaları, çok kayıp vermeleri nedeniyle Müslümanlar üzerine kesin saldırıya geçemeyerek geri dönmüşlerdir. Hz. Muhammed ise bir grup atlı birlik alarak Mekke kuvvetlerini kovalamıştır. Böylece Hz. Muhammed, yenilginin tam olmadığı hissini vermeye çalışmıştır. Uhud Savaşı ile; a Müslümanların her koşulda Hz. Muhammed’in emirlerine uyması gerektiği ortaya çıkmıştır. b Müslümanlar, ilk yenilgilerini almışlardır. c Medine’deki Nadir adlı Yahudi kabilesi şehirden çıkartılmıştır. Hendek Savaşı 627 Müslümanlara kesin darbeyi indirmek isteyen Mekkeliler, büyük bir kuvvetle Medine üzerine harekete geçtiler. Şehirde bulunan İranlı Selman-ı Farisi’nin tavsiyesi üzerine Medine çevresinde hendekler kazılarak savunma yapıldı. Bu nedenle Mekkeliler bir sonuç alamayarak geri çekilmişlerdir. Savaştan sonra Medine’deki son Yahudi kabileler de şehrin dışına atılmıştır. Hendek Savaşı, Mekkelilerin son saldırı, Medinelilerin ise Mekke karşısındaki son savunma savaşıdır. Hudeybiye Antlaşması 628 Hz. Muhammed, Hendek Savaşı’ndan sonra Mekke baskısının zayıflamasından yararlanarak Kâbe’yi ziyaret etmek için yanında bir grup Müslümanla yola çıktı. Hudeybiye kuyusu önlerine geldiklerinde Mekke’ye isteklerini bildirdiler. Mekke’den gelen teklifle barış yapıldı. Antlaşma’ya göre; Müslümanlar o yıl hac yapmayacaklar, ertesi yıl hac için gelebilecekler, ancak üç günden fazla kalmayacaklardır. Mekkelilerden reşid olmayanlardan, Müslümanlığı kabul edip Medine’ye giden olursa, Müslümanlar bunları şehre almayacaklardır. Ancak Medine’deki Müslümanlardan Mekke’ye geri dönen olursa bunlar şehre kabul edilecektir. Mekkeliler bu madde ile islamiyere katılımı engellemeye çalısmışlardır. Ancak bu şekilde Medine’ye gidenler şehre alınmadıklannda Mekke’ye de dönmemişler ve yolda Mekke kervanlarına saldırarak zarar vermişlerdir. Yani Mekkeli putperestler, kâr etmeyi umduklan bu madde nedeniyle süreç içinde zarar görmüşlerdir. Mekkeliler ve Medineliler, diğer Arap kabileleriyle ittifaklar kurabilecekler ancak savaş için birbirlerine yardım etmeyeceklerdir. Mekkeli putperestlerin bu maddeye uymamaları, Müslümanların Mekke’yi fethetmesine neden olacaktır. Bu antlaşma, on yıl süresince geçerli olacaktır. Antlaşmanın belki de en önemli ve Müslümanlar açısından en olumlu maddesidir. Zira bu madde, İslamiyet üzerindeki Mekke baskısının ortadan kalkmasına, İslamı-yerin daha rahat ve huzur içinde yayılmasına ve dolayısıyla da Müslüman sayısının artmasına ortam hazırlıyordu. Not Bu antlaşma ile Mekkeliler, Müslümanların varlığını resmen ve hukuken tanımış oldular. Hayber’in Fethi 629 Hayber, Medine’nin kuzeyinde kurulmuş bir Yahudi kalesidir. Şam ticaret yolunu kontrolünde tutan Hayber Kalesi, Medineli kervanlara zarar verince Hz. Muhammed, bu kalenin alınması için harekete geçti. Hayber’in alınmasıyla birlikte; a Şam ticaret yolu denetimi Müslümanların eline geçti ve ekonomik açıdan güçlendiler. Bu durum aynı zamanda Mekke’nin ekonomik yönden çökmesine ortam hazırlamıştır. b Gayrimüslimlerden alınan ürün ve toprak vergisi olan haraç ilk kez buradan alınmaya başlandı. c Müslümanlar ilk kez toprak kazancı sağladılar. Mute Seferi 629 Hz. Muhammed’in katılmadığı seferdir. Müslümanlar ile Bizans arasında yapılan bu savaşı Müslümanlar kaybetmiştir. Mekke’nin Fethi 630 Hudeybiye Antlaşması’nın hükümlerinin Mekke tarafından ihlal edilmesi üzerine Müslümanlar harekete geçtiler. Mekke halkı direniş göstermedi ve kan dökülmeden fetih gerçekleşti. Kâbe putlardan temizlendi. Böylece İslamiyet’in önündeki en büyük engel ortadan kalkmış oldu. Huneyn Savaşı ve Taif Kuşatması 630 Mekke’yi kurtarmak isteyen putperest Arap kabileleri ile yapılan savaştır. Bu savaşı kazanan Müslümanlar, putperestliğin bölgedeki son kalesi olan Taif üzerine sefere çıktılar. Kuşatmanın uzaması üzerine Müslümanlar geri çekildiler. Ancak Taif bir süre sonra kendi isteğiyle İslamiyet’i kabul etmiştir. Not Mekke ve Taif’in İslam sınırlarına katılmasıyla birlikte Hicaz bölgesinde dinsel ve siyasal birlik sağlanmıştır. Tebük Seferi 631 Bizans İmparatoru’nun büyük bir orduyla Arabistan üzerine gelmekte olduğu haberi üzerine, Hz. Muhammed ordusuyla harekete geçti. Haberin asılsız olduğunun anlaşılması üzerine savaş yapılmadan geri dönüldü. Hz. Muhammed’in, Arabistan dışına yaptığı tek seferidir. Bu sefer sonunda, Hristiyan Gassaniler Müslüman oldular. Veda Haccı ve Hz. Muhammed’in Vefatı 632 Hz. Muhammed’in vefatından bir süre önce yaptığı son hac olduğu için, Veda Haccı adı verilen bu hac sırasında Hz. Muhammed, son hutbesini okudu. Kur’an ayetlerinin tamamlandığını bildirdi ve insanları Cahiliye Devri adetlerine geri dönmemeleri için uyardı. Ayrıca tüm insanların sevgi, barış ve kardeşlik içinde yaşamaları gerektiğini vurguladı. Kısa bir süre sonra da vefat etti. İlginiz Çekebilir Hz. Muhammed'in peygamber oluşu tam olarak 40'lı yaşlarına kadar uzanmaktadır. 40 yaşında peygamberlik yüce Allah tarafından verilmiştir. Hz. Muhammed'in peygamber oluşu da Allah tarafından gönderilen melekler tarafından kendisine bildirilmiştir. Hz. Muhammed'in Peygamberlikle Görevlendirilmesi Ne Zaman ve Nasıl Olmuştur? Yüce dinimiz İslam'ın peygamberi Hz. Muhammed Hz. Muhammed Mekke'de 571 yılında doğmuştur. Hem öz annesi hem de süt annesi bulunmaktadır. Varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve çevresinde örnek gösterilen insanlardan bir tanesi olmuştur. Hz. Muhammed kırk yaşlarına gelince toplumun kötülüklerini görerek, toplumdan uzaklaşmaya başladı. Daha çok bu dönemde yalnız kalmayı tercih etmişti. Sürekli olarak Hira mağarasına çekilir burada inzivaya çekilirdi. Ramazan ayı gelmesi ile birlikte Mekke'de ki en ünlü dağlar arasında Nur dağı yer almaktaydı. Nur dağında sürekli olarak dinlenerek toplumdan uzak kalırdı. Burada tek başına ibadet eder ve herkesten uzak bir vaziyette olurdu. Miladi takvime göre 610 yılında peygamber efendimiz yine Hira mağarasında iken bir emir geldi. Cebrail tarafından gelen ilk emir "Oku!" idi. Peygamber efendimiz başta çok korkmuş ve "Ben okuma bilmem" diyerek yanıt vermiştir. Daha sonra ısrarla Cebrail oku diyerek alak süresini okumuştur. Peygamber efendimiz başta çok heyecanlandı ve Allah tarafından verilen bu emri yerine getirmeye başlayarak çevresinde ki herkesi bu dine davet etti. Peygamberimiz ne zaman doğdu? Peygamberimizin doğumundan önce gerçekleşen mucize ve hadiseler neler? Peygamberimizin doğumu sırasında gerçekleşen hadiseler neler? Hz. Muhammed’in doğum yeri ve yılı...Peygamber Efendimiz, 20 Nisan 571 12 Rebiülevvel Pazartesi günü Mekke’de doğdu. Peygamber Efendimiz doğmadan önce birçok ilâhî tecellî zuhûr etmişti. Bütün kâinât âdeta O’na hasret çekmekteydi. Çünkü O, yaratılışın sebebi idi. PEYGAMBERİMİZİN ZUHURUNU MÜJDELEYEN HABER VE HADİSELER Evvelâ Allâh Teâlâ, daha önceki peygamberlerden, Resûlullâh’a îmân edip yardımcı olmaları husûsunda ahd ve mîsâk almıştır. Bu O’nun zuhûrunun en büyük müjdelerinden biridir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur “Hani bir vakit Allâh Teâlâ peygamberlerden ahit almıştı –And olsun ki size kitap ve hikmet verdim; sizde olanı tasdîk eden bir peygamber gelecek, O’na mutlakâ inanacaksınız ve O’na mutlakâ yardım edeceksiniz, ikrâr edip bu ahdi kabûl ettiniz mi?» demişti. –İkrâr ettik» demişlerdi de –Şâhit olun, Ben de sizinle berâber şahitlerdenim.» demişti.” Âl-i İmrân, 81 Hz. İbrâhîm ile oğlu İsmâîl Kâbe’nin inşâsını tamamladıktan sonra ellerini kaldırıp Peygamber için şöyle duâ etmişlerdi “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden Sen’in âyetlerini kendilerine okuyacak, kitap ve hikmeti öğretecek ve onların nefislerini tezkiye edecek kötülükten arındırıp kemâle erdirecek bir peygamber gönder! Çünkü azîz olan ve her şeyi yerli yerince yapan yalnız Sen’sin!” el-Bakara, 129 Hz. Îsâ da peygamberliğini İsrâîloğulları’na bildirirken Resûlullâh’ı müjdeliyordu “Meryem oğlu Îsâ Ey İsrâîloğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrât’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allâh’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim!» demişti…” es-Saff, 6 Annesi Hz. Âmine, Varlık Nûru’na hâmile olduğunun ilk günlerinde bir rüyâ gördü. Rüyâda kendisine “Ey Âmine! Sen bu ümmetin efendisine hâmilesin! Dünyâyı şereflendirdiği zaman Her hasetçinin şerrinden O’nu tek olan Allâh’a havâle ederim!» diye duâ et ve O’na Muhammed» ismini ver!” diye seslenildiğini işitti.[1] Bunun içindir ki, Allâh Resûlü şöyle buyurmuşlardır “Ben, ceddim İbrâhîm’in duâsı, kardeşim Îsâ’nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım.” Hâkim, II, 453; Ahmed, IV, 127-128 Bununla birlikte Allâh Resûlü’nün isim ve sıfatları, Tevrât ve İncîl’de yazılı olup yahûdî ve hristiyan âlimleri bu hususta tam bir bilgiye sâhiptiler. Nitekim bunların insaf ehli olanları hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur “Onlar ki, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de isim ve sıfatlarını yazılı buldukları O Rasûl’e, O ümmî peygambere tâbî olurlar…” el-A’râf, 157 Hattâ ehl-i kitâb âlimleri, Peygamber Efendimiz’i, öz evlâtlarını tanıdıkları gibi tanırlardı “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, O’nu kendi evlâtlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen şüphesiz onlardan bir fırka, bile bile gerçeği gizlerler.” el-Bakara, 146 Nitekim yahûdîlerin en büyük âlimlerinden iken müslüman olan Abdullâh bin Selâm “−Ben, Resûlullâh’ı, kendi oğlumdan daha iyi tanırım!” dediği zaman Hz. Ömer “−Ey İbn-i Selâm! Bu nasıl olur?” diye sordu. O ise “−Ben Muhammed’in gerçekten Allâh’ın Resûlü olduğuna yakînen şehâdet ederim. Kendisinin peygamber olduğunda hiç şüphe etmem! Çünkü, O’nun Allâh tarafından gönderilen Peygamber olduğu, na’t ve vasıfları, kitabımızda bulunmaktadır…” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer “−Ey İbn-i Selâm! Allâh seni hakîkate muvâfık kılmıştır!” dedi ve onu alnından öptü. Vâhidî, s. 47; Râzî, Tefsîr, IV, 116 Âyet-i kerîmede, Tevrât ve İncîl’de Peygamber Efendimiz ve ashâbının vasıf, hâl ve şanlarının şöyle beyân edildiği bildirilmektedir “Muhammed, Allâh’ın Rasûlü’dür. Onun berâberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidirler. Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allâh’tan lutuf ve rızâ isterler. Onların alâmeti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. İşte bu, onların Tevrât’ta anlatılan vasıflarıdır. İncîl’de ise şöyle vasıflandırılmışlardı Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allâh böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allâh, îmân edip sâlih amel işleyenlere, mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.” el-Feth, 29 Abdullâh bin Abbâs bir gün Kâ’b el-Ahbâr’a[3] “−Tevrât’ta Resûlullâh’ın vasıfları nasıl anlatılır?” diye sorduğu zaman, Hz. Kâ’b, bu suâle şöyle karşılık vermiştir “−O’nun vasıfları hakkında Tevrât’ta şunlar yazılıdır Muhammed bin Abdullâh, Mekke’de doğacak, Tâbe’ye Medîne’ye hicret edecek, Şam’a hâkim olacaktır. Kendisi ne kötü söz söyler ne de çarşılarda yüksek sesle konuşur. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez, bilâkis affeder ve bağışlar. Ümmeti de bollukta, darlıkta ve her yerde Allâh’a hamd eder, O’nu yüceltirler. Bellerine izâr bağlarlar. Kollarını yıkarlar abdest alırlar. Savaşta saf oldukları gibi namazlarında da saf tutarlar. Mescidlerinden arı uğultusu gibi Kur’ân ve zikir sesleri gelir. Ezan sesleri âfâkı doldurur.” Dârimî, Mukaddime, 2 Atâ bin Yesâr -rahimehullâh- anlatıyor “Abdullâh bin Amr’a [4] rastladım ve −Resûlullâh’ın Tevrât’ta zikredilen vasıflarını bana söyler misin?» dedim. Bunun üzerine −Pekâlâ! Allâh’a yemin olsun, o Kur’ân’da geçen bâzı sıfatlarıyla Tevrât’ta da mevsuftur. Orada “Ey Peygamber! Biz Sen’i insanlara şâhit, müjdeci, uyarıcı ve ümmîler için koruyucu olarak gönderdik. Sen Ben’im kulum ve Resûlümsün. Ben Sen’i Mütevekkil diye isimlendirdim… Allâh, bozulmuş dîni insanların “Lâ ilâhe illâllâh” demesiyle düzeltmeden ve o dinle kör gözleri, sağır kulakları, paslanmış kalpleri açmadan O’nun rûhunu kabzetmez.” buyrulur.» dedi.” Buhârî, Büyû, 50; Tefsîr, 48/ 3 Resûlullâh’ı bütün vasıflarıyla bilen yahûdîler, kendisinin geleceği vakti beklemekteydiler. Nitekim Medîneli putperest Evs ve Hazrec kabîleleri ile yahûdiler ne zaman birbirlerine düşüp araları açılsa, yahûdîler “−Şu sıralarda bir peygamber gönderilmek üzeredir. O’nun gelmesi pek yakındır. O peygamber gelince, biz O’na tâbî olacak, İrem ve Âd kavimleri gibi sizi öldürüp kökünüzü kazıyacağız!” derlerdi. İbn-i Esîr, el-Kâmil, II, 95-96 Peygamber Efendimiz’in zevcesi Safiye bint-i Huyey’in naklettiğine göre, Resûlullâh hicret esnâsında Kuba köyüne geldiğinde, babası Yahûdî Huyey bin Ahtab ile amcası Ebû Yâsir hemen oraya gitmişler, güneş batarken de çok bitkin ve üzgün bir hâlde eve dönmüşlerdi. Ebû Yâsir, kardeşine “−Bu zât, geleceği beklenilen Peygamber midir?” diye sordu. Huyey “−Evet, vallâhi odur!” dedi. Ebû Yâsir “−Bunun o Peygamber olduğundan emin misin? İyice tespit ettin mi?” diye sordu. Huyey “−Evet!” karşılığını verdi. “–O hâlde, O’na karşı kalbinde ne var?” diye sorunca da Huyey “−Vallâhi hayatta olduğum müddetçe O’na hep düşmanlık besleyeceğim!” dedi. Ebû Nuaym, Delâil, I, 77-78 Yahûdîler, gelmesini bekledikleri son peygamberin, kendi ırklarından, yâni İsrâîloğulları’ndan olmasını arzu etmekte idiler. Allâh Resûlü ise Hz. İsmâîl’in nesebinden gelen Araplardan olduğu için yahûdîler hased ederek O’na îmân etmemişlerdir.[5] Bu hakîkati, İbn-i Abbâs’ın şu rivâyeti de ortaya koymaktadır Hayber yahûdîleri ile Gatafan arasında savaş vardı ve yahûdîler her karşılaşmada mağlûb oluyorlardı. Sonunda “Ey Allâh’ımız! Âhir zamanda göndermeyi va’dettiğin o ümmî peygamber hakkı için Sen’den bizi muzaffer kılmanı diliyoruz!” duâsıyla Hakk’a yalvarmayı kararlaştırdılar. Gatafan’la karşılaşınca da bu duâyı yaptılar. Böylece Peygamber Efendimiz ile tevessülde bulundular. Savaşın netîcesinde Gatafanlıları bozguna uğrattılar. Fakat Allâh Teâlâ, yahûdîlerin duâlarında vesîle edindikleri Hz. Muhammed’i peygamber olarak gönderince O’nun peygamberliğini inkâr ettiler. Bunun üzerine Allâh Teâlâ “…Daha önce o peygamberin adını kullanarak, O’nun hakkı için diyerek kâfirlere karşı zafer isteyip durdukları hâlde, o tanıyıp bekledikleri Peygamber kendilerine gelince, bu sefer O’nu inkâr ettiler. İşte Allâh’ın lâneti[6] böyle kâfirlerin üzerinedir.” el-Bakara, 89 âyetini inzâl buyurdu. Kurtubî, II, 27; Vâhidî, s. 31 PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMUNU MÜJDELEYEN HADİSE Fahr-i Kâinât Efendimiz’in zuhûrunu müjdeleyen şu hâdise de oldukça câlib-i dikkattir Seyf bin Zî Yezen, Kisrâ tarafından Yemen hükümdarlığına tâyin edilince her taraftan Arap heyetleri gelip kendisini tebrik ettiler. Mekke’den gelen on kişilik heyetin başında da Peygamberimiz’in dedesi Abdülmuttalib bulunuyordu. Hükümdâra “−Ey hükümdar! Bizler, Allâh’ın dokunulmaz kıldığı Harem’inin halkı ve Beytullâh’ın hâdimleriyiz. Hükümdarlığını tebrik etmek niyetiyle geldik!” dedi. Yemen hükümdârı onları güzel bir şekilde karşıladı ve uzun bir müddet misâfir etti. Birgün Abdülmuttalib’i yanına çağırarak ona şöyle dedi “−Ey Abdülmuttalib! Ben sana bir sır emânet edeceğim ki, o sırrı başkası olsaydı açmazdım. Fakat ben onun mâdenini sende gördüm. Bunun için onu sana açıklayacağım. Allâh Teâlâ izin verinceye kadar bu sır sende mahfuz kalsın. Şüphesiz ki Allâh emrini yerine getirir. Kendimize tahsîs edip başkasına kapalı tuttuğumuz Kitap’ta öyle mühim bir haber vardır ki hayâtın şerefi, ölümün fazîleti ondadır; bütün insanları, heyet arkadaşlarını, bilhassa seni çok yakından ilgilendirmektedir!” dedi. Abdülmuttalib “−Ey hükümdar! Bütün göçebe halkı sana fedâ olsun! Nedir o büyük ve şanlı haber?” diye sordu. Hükümdar “–Tihâme bölgesinde bir çocuk doğacak. Alâmet olarak, O’nun iki kürek kemiği arasında bir ben bulunacak. Kıyâmet gününe kadar, O’nda imamlık riyâset, sizde de seyyidlik olacak.” dedi. Seyf bin Zî Yezen şöyle devâm etti “−Bu zaman, O’nun doğacağı zamandır. Hattâ, belki de doğmuştur. Onun ismi Muhammed’dir. Babası ve annesi ölmüş olacak. Kendisinin bakımını, dedesi ve amcası üzerlerine alacak. Allâh O’nu apaçık teblîğatta bulunan bir peygamber olarak gönderecek. Bizden bir kısım insanları O’na Ensâr yardımcılar yapacak. Onlarla, dostlarını azîz, düşmanlarını da zelil kılacak. O, yeryüzünün en kıymetli bölgelerini fethedecek. O’nun doğumu ile, mecûsîlerin taptıkları ateş sönecek. Bir olan Rahmân’a ibâdet edilecek. Küfür ve taşkınlıklar yasaklanacak, putlar kırılacak, şeytan taşlanacak. O’nun sözü hak ile bâtılın arasını ayıracak, hükmü adâletten ibâret olacak. O, dâimâ iyiliği emredip tatbîk edecek, kötülükten de nehyedecek ve onu ortadan kaldıracak.” dedi. Abdülmuttalib “−Ömrün uzun, şan ve şerefin yüce, saltanatın dâim olsun! Bu bahsettiğin benim neslimdir. Acabâ hükümdar bu hususta biraz daha îzâhat vererek beni sevindirme lutfunda bulunabilir mi?” dedi. Seyf “−Örtülere bürünmüş Beytullâh’a, mûcizelere ve semâvî kitaplara yemin olsun ki ey Abdülmuttalib! Hiç yalan yok, muhakkak ki sen O’nun atasısın!” deyince, Abdülmuttalib sevincinden yere kapandı. Hükümdar “−Başını yerden kaldır! Kalbin ferah, ömrün uzun, şânın yüce olsun! Sana anlattığım alâmetlerden gördüğün bir şey var mı?” dedi. Abdülmuttalib “−Evet ey hükümdar! Benim çok sevgili, üzerine titrediğim bir oğlum vardı. Onu kavminin şereflilerinden birinin kızı olan Âmine ile evlendirmiştim. Âmine bir çocuk dünyâya getirdi. O’nun ismini Muhammed koydum. İki küreğinin arasında da bir ben vardır. Anlattığın alâmetlerin hepsi de kendisinde mevcuttur. O’nun babası ve annesi de vefât etti. Kendisinin bakımını ben ve amcası üzerimize aldık.” dedi. Bunun üzerine hükümdar Seyf “–Oğlunu iyi koru! Yahûdîlere karşı dikkatli ol! Çünkü yahûdîler O’na düşmandırlar. Fakat Allâh bu hususta onlara fırsat vermeyecektir. Bu dediklerimi arkadaşlarına sakın söyleme! Size nasîb olan üstünlüğü kıskanıp torununun başına gâileler açmayacaklarından emin değilim. Eğer, O’nun peygamber olarak gönderilmesinden önce ölmeyeceğimi bilseydim, süvârilerim ve piyâdelerimle birlikte gider, Yesrib’i Medîne’yi hicret yurdu, devletime başkent yapardım. Ne olurdu, O’nu âfet ve belâlardan ben koruyaydım! Bir sene sonra onun hakkında bana haber getir!” dedi. Ne yazık ki Seyf bin Zî Yezen bir sene geçmeden öldürüldü.[7] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, III, 26-28; Diyarbekrî, I, 239-241 Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdülmuttalib’e, torununun istikbâli hakkında verilen diğer bir müjde de şöyledir Resûlullâh bir gün çocuklarla oyuna dalarak Redm mahallesine kadar gitmişlerdi. Orada Müdlicoğulları’ndan bir cemaat, Peygamber Efendimiz’i yanlarına çağırarak ayaklarına baktılar ve ayak izini incelediler. O sırada Abdülmuttalib geldi. Onunla kucaklaşıp “−Bu çocuk senin neslinden midir?” diye sordular. Abdülmuttalib “−Oğlumdur.” dedi. Müdlicoğulları “−O’nu iyi muhâfaza et! Çünkü biz Makâm-ı İbrâhîm’deki ayak izine bu çocuğunkinden daha çok benzeyen bir ayak izi görmedik.” dediler. Abdülmuttalib, oğlu Ebû Tâlib’e “−Bak! Bunlar ne söylüyorlar, dinle!” dedi. Bunun için Efendimiz’in amcası Ebû Tâlib, yeğenini titizlikle korurdu.[8] Peygamber Efendimiz dünyâyı şereflendirmeden önce bütün âlem, mânevî yönden müthiş bir karanlık içinde idi. İnsanlar, son derece bedbaht bir cehâlet bataklığında boğulmaktaydılar. İnsanlık, şeref ve haysiyetini yitirmişti. İnsanların vahşet ve zulmünden, hayvanlar bile iyice bunalmıştı. Hayat yaşanmaz hâle gelmişti. Âlem mahzûn, varlıklar mağmûm, gönüller muzdaripti. Zayıf ve güçsüzler gülmeyi unutmuştu. Yaşama hakkı güçlülere âitti. Mehmet Âkif’in ifâdesi ile Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Güçsüz mü bir insan, onu kardeşleri yerdi. Kur’ân-ı Kerîm, bu gerçeği şöyle beyan buyurur “İnsanların kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat zuhûr etti…” er-Rûm, 41 Ulvî teşrîf yaklaştıkça herkes, hattâ her şey, daha bir iştiyak ve hasret içerisinde O yüce nûrun imdâda yetişip kendilerini karanlıktan kurtarmasını bekliyor, O âb-ı hayâtın kendilerine ikrâm ve ihsân buyrulmasını arzu ediyordu. Bütün insanlık O’na teşne ve O’nu muntazırdı. Bunun müjde ve işâretlerini almışlar ve zaman zaman da almaktaydılar. Süleyman Çelebi Mevlid-i Şerîf’inde, güneşin bile Hz. Peygamber’e âşık olup O’nun etrâfında pervâneler misâli döndüğünü dile getirerek, ulvî teşrîfin müjdesini Hz. Âmine’nin gönül dilinden şöyle mısrâlara döker Dedi gördüm ol Habîb’in ânesi Bir aceb nûr kim güneş pervânesi İndiler gökten melekler sâf sâf Kâbe gibi kıldılar beytim tavâf Dediler oğlun gibi hiçbir oğul Yaradılalı cihân gelmiş değil Bu gelen ilm-i ledün sultânıdır Bu gelen tevhîd ü irfân kânıdır… PEYGAMBERİMİZ NE ZAMAN DOĞDU? Nihâyet beklenen Nûr milâdî 571 yılının 20 Nisan’ına tesâdüf eden 12 Rabîulevvel Pazartesi sabahında tan yeri ağarırken zuhûr âlemine tenezzül ederek Hz. Abdullâh ve Âmine’nin izdivac kucağında dünyâmızı şereflendirdi. Bu teşrîf ile âdeta bütün varlıklar dile gelip “Hoş geldin yâ Resûlallâh!” diyerek sürûra gark oldular. Süleyman Çelebi, cihanda bütün zerrelerin bu ulvî teşrîf karşısındaki sevinç ifâdelerini mıs­râlarında şöyle dile getirir Merhabâ ey âlî sultân merhabâ! Merhabâ ey kân-ı irfân merhabâ! Merhabâ ey sırr-ı Furkân merhabâ! Merhabâ ey derde dermân merhabâ! Merhabâ ey Rahmeten li’l-âlemîn! Merhabâ Sen’sin Şefîu’l-müznibîn!.. O’nun zuhûruyla Allâh’ın rahmeti bu âlemde coşup taştı. Sabahlar ve akşamlar âdeta renk değiştirdi. Duygular derinleşti. Sözler, sohbetler, lezzetler enginleşti; her şey ayrı bir mânâ, ayrı bir letâfet kazandı. Putlar sarsılarak yere devrildi. Kisrâlar beldesi Medâyin sa­raylarında sütunlar ve kuleler yıkıldı. O zamanlar insanların mukaddes saydıkları Sâve Gölü,[9] zulüm bataklığı hâlinde kurudu.[10] KADİR GECESİ’NDEN SONRA EN KIYMETLİ GECE Cihandaki zaman ve mekânda gerçekleşen bu tecellî, o asîl varlığın zuhûru­nun ilk bereketi idi. Bu bereket, bütün kâinâtı kuşattı. O seneye bolluk senesi denildi. Nitekim ehl-i dil gönül ehli nazarında Kadir Gecesi’nden sonra en kıymetli gece, Resûlullâh’ın doğduğu gece olarak kabûl edilmiştir. O gece bir gül gibi açılan Âlemlerin Efendisi’nin feyz ü bereketiyle dolan gönüllerden taşan ifâdeler, şâirlerin mısrâlarına ayrı bir letâfet kazandırdı Suya virsün bağ-bân gülzârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su “Bahçıvan gül bahçesini sulamak için boş yere zahmet çekmesin! Zîrâ, bin tane gül bahçesi sulasa yâ Rasûlallâh, yine de Sen’in yüzün gibi bir gül hiçbir zaman açılmaz!..” O güller gülünün ulvî teşrîfiyle her şeyin akışı değişmişti. Rahmet tecellîleri, inci tâneleri gibi kâinâta serpilmiş ve nûra hasret gönüller sürûra gark olmuştu. PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDA PAZARTESİ GÜNÜNÜN ÖNEMİ İbn-i Abbâs’tan şöyle rivâyet edilmiştir “Peygamber, pazartesi günü doğdu, pazartesi günü pey­gamber oldu, pazartesi Mekke’den Medîne’ye hicret etti, pazartesi günü Medîne’ye vardı, pazartesi günü vefât etti. Pazartesi gü­nü Kâbe’de hakemlik yaparak Hacer-i Esved’i yerine koydu. Pazartesi günü Bedir zaferini kazandı. Pazartesi günü الْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ Bugün size dîninizi tamamladım.» el-Mâide, 3 âyeti nâzil oldu.” Ahmed, I, 277; Heysemî, I, 196 O’nun doğumu, peygamberliği, hicreti ve irtihâlinin, ilâhî bir tecellî olarak hep pazartesi günlerine rastlaması, bu günün ehemmiyetinin bir nişânesidir. Cemâl ve celâl tecellîsi olarak sevincin heyecânı ile hüznün burukluğu, bayram neşesi ile irtihâl elemleri berâber yaşanmaktadır. PEYGAMBERİMİZİN DOĞUMU SIRASINDA GERÇEKLEŞEN HADİSELER Rasûlullâh’ın kâinâtı teşrîf ettiği mübârek gecede bâzı hârikulâde hâller vukû bulmuştur. Bu mûcizelerden birkaçı şöyledir Hz. Âmine’nin bildirdiğine göre kendisi, ne hâmileliği ne de doğum esnâsında hiçbir zahmet çekmemiş ve Allâh Resûlü dünyâya gelirken doğu ile batı arasını aydınlatan bir nûrun kendisinden çıktığını görmüştür. Peygamber temiz bir şekilde, ellerini yere dayayarak doğmuş ve başını semâya kaldırmıştır.[11] O anda şeytan, hayâtında hiç olmadığı kadar büyük bir çığlık koparmıştır.[12] İran başkadısı ve din adamı Mûbezân, rüyâsında birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine katarak Dicle ırmağını geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür. Semâve Vâdisi’ni[13] su basmıştır. Kisrâ’nın sarayından 14 sütun yıkılmıştır. İranlıların, tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönmüştür.[14] Hz. Âişe’nin anlattığına göre Mekke’de ticâretle meşgul olan bir Yahûdî, Resûlullâh’ın doğduğu gece, Allâh Resûlü’nün dünyâyı teşrîfinin alâmeti olan yıldızın doğduğunu görmüş, Kureyş meclislerinden birine giderek “−Ey Kureyşliler! İçinizde bu gece çocuğu doğan var mı?” diye sormuştu. “−Vallâhi bilmiyoruz!” denilmesi üzerine Yahûdî “−Ey Kureyş cemaati! Size söylediğim şeyi iyi belleyiniz! Bu gece âhir zaman ümmetinin peygamberi doğmuştur. Onun iki kürek kemiği arasında, üzerinde tüyler bulunan siyah sarı karışımı bir ben vardır.” dedi. Meclistekiler, yahûdînin söylediklerine hayret ederek dağıldılar. Evlerine varınca yahûdînin sözlerini âilelerine anlattılar. Bir kısmının âilesi “−Abdullâh’ın bir oğlu doğdu. O’na Muhammed ismini verdiler!” dedi. Bunun üzerine onlar yahûdînin evine gidip “−Mekke’de bir çocuk doğmuş, haberin var mı?” dediler. Yahûdî “−Ben size haber verdikten sonra mı yoksa önce mi?” diye sordu. “−Önce doğmuş, ismi de Ahmed!” dediler. İsteği üzerine onu Hz. Âmine’nin evine götürdüler. Hz. Âmine mübârek oğlunu onlara gösterdi. Yahûdî, Fahr-i Kâinât’ın sırtındaki nübüvvet mührünü görünce bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine “−Ne var, ne oldu?” dediler. Yahûdî “−Vallâhi artık İsrâîloğulları’ndan peygamberlik gitti! Ellerinden Kitap da gitti! Son peygamberin, İsrâîloğulları’nı öldüreceği ve din adamlarının îtibârını düşüreceği yazılıdır. Araplar nübüvvetle büyük bir izzet ve şerefe erecekler. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz, vallâhi siz, haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir kuvvete mâlik olacaksınız!” dedi. İbn-i Sa’d, I, 162-163; Hâkim, II, 657/4177 Resûlullâh’ın velâdetine bütün Mekke halkı sevinmişti. Hattâ Ebû Leheb, mübârek yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi, âzâd ederek mükâfatlandırmıştı.[15] Bu hâdiseyle alâkalı olarak daha sonra Abbâs şunları anlatır Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Kötü bir hâlde idi “−Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum. Ebû Leheb “−Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125 Dipnotlar [1] Bkz. İbn-i Hişâm, I, 170. [2] Abdullâh bin Selâm’ın künyesi Ebû Yûsuf olup Hz. Yûsuf’ın neslindendir. Asıl adı Husayn iken Hz. Peygamber, onun adını Abdullâh olarak değiştirdi. Benî Kaynukâ yahûdîlerinin âlimlerinden idi. Efendimiz Mekke’den Medîne’ye hicret ettiğinde Kuba’ya varınca, Abdullâh yanına gelmiş ve kendisine bâzı suâller sormuştu. Peygamber Efendimiz’in o suâllere verdiği karşılıklar üzerine, bu cevapları ancak bir peygamberin verebileceğini söyleyerek İslâm’a girdi. Sonra da bütün ev halkının ve bâzı akrabâlarının İslâm’a girmelerine vesîle oldu. Peygamber Efendimiz’in cennetle müjdelediği Abdullâh, sahâbe arasında saygı duyulan biri idi. Ahkâf Sûresi’nin 10’uncu ve Ra’d Sûresinin 43’üncü âyetlerinin kendisi hakkında nâzil olduğu söylenir. 25 hadîs-i şerîf rivâyet etmiş ve Muâviye’nin hilâfeti zamânında hicrî 43 / mîlâdî 663 senesinde Medîne’de vefât etmiştir. [3]Kâ’b el-Ahbâr, tâbiînden olup Benî İsrâil’e dâir rivâyetleriyle meşhurdur. Hz. Ebûbekir döneminde Müslüman olup hicrî 32 senesinde vefât etmiştir. [4]Abdullâh bin Amr bin Âs, babası Amr ile birlikte hicretin yedinci yılında Medîne’ye hicret etti. Eski kültüre vâkıf, okur-yazar bir sahâbî idi. Resûlullâh’tan duyduğu hadîsleri yazardı. Bu konuda Resûl-i Ekrem’den husûsî izin almıştı. Abdullâh, geniş hadîs ve fıkıh bilgisi sebebiyle sahâbe arasında “Abâdile” diye meşhur olan dört Abdullâh’tan biridir. Babası Hz. Amr ile birlikte Şam’ın fethinde ve Yermük harbinde bulundu ve bu savaşta babasının sancaktarlığını yaptı. Mısır’ın fethi üzerine babası ile birlikte Mısır’a yerleşip orada yaşadı. Babasından önce müslüman olan Abdullâh, 72 yaşında iken Mısır’da vefât etti. Kabri, Kâhire’deki Amr bin Âs Câmii’ndedir. [5] Bkz. İbn-i Sa’d, I, 155. [6] Kur’ân-ı Kerîm’de ve ileride göreceğimiz gibi Resûlullâh’ın hadîslerinde umumiyetle şahıs belirtilmeksizin birtakım günahkârlara toptan lânet edilmektedir. Buralarda ahlâkî, itikâdî ve iktisâdî açılardan büyük sapmaları temsil eden anlayış, davranış ve uygulamalar lânetlenmiştir. “Ben lânetçi olarak değil, ancak rahmet olarak gönderildim” Müslim, Birr, 87 buyurduğu hâlde Allâh Resûlü’nün, bâzı hareketleri yapanlara lânet etmesi, bu davranışların İslâm ictimâî yapısı ve hayâtı açısından çok ciddî ve menfî tesirlere sâhip olduğunu göstermektedir. [7] Tevrât ve İncîl’de Hz. Peygamber’in geleceğinin ve belli vasıflarının beyan edilmiş olması, onların aslında ilâhî menşeli olduklarına ve tahrîf edilmiş olsalar da bugünkü muhtevâlarında aslından bâzı parçalar mevcut olduğuna bir delildir. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar Tevrât ve İncîl’i hükümden kaldırılmış bir kanun gibi telâkkî etmekle berâber, onlara karşı hürmetsizlikte bulunmazlar. Tevrât ve İncîl’de olduğu gibi Zerdüştlük, Hinduizm ve Budizm gibi doğu dinlerinin mukaddes kabûl ettikleri kitaplarında da Resûlullâh’ın geleceği müjdelenmiştir. Zerdüşt’ün mukaddes kitabı olarak bilinen Zend Avesta’da Hz. Peygamber’in ismi “Soeshyant” olarak zikredilir ki “Âlemlere Rahmet” mânâsına gelmektedir. Bütün insanların peygamberi olacağı bildirilmekle birlikte diğer pek çok vasıfları da zikredilir. Hinduizm’in mukaddes kitabı Vedalar, Upanişadlar ve Puranalar’da Hâtemü’l-Enbiyâ’nın, sakalı sünnet kılacağı, domuz etini yasaklayacağı gibi pek çok sıfatı zikredilir. Yine Buda’nın kitaplarında da Allâh Resûlü’nün risâletini müjdeleyen ve vasıflarından bahseden pek çok bölüm mevcuttur. Bkz. Remzi Kaya, İlâhî Kitaplarda Hz. Muhammed, s. 221-239; A. H. Viyarthi - U. Ali, Doğu Kutsal Metinlerinde Hz. Muhammed, İstanbul, 1997; İbrâhim Cânan, XIV, 79-81 Yeryüzündeki ilk dînin hak dîn olduğu, insanlığa binlerce peygamber gönderildiği, ancak insanların zaman zaman doğru yoldan ayrıldıkları göz önünde bulundurulursa, Zerdüştlük, Hinduizm, Budizm ve benzeri bâtıl dinlerde, son peygamberin müjdelenmesi gibi bâzı hakîkatlerin mevcut olmasına şaşmamak gerekir. [8] Bkz. Ebû Nuaym, Delâil, I, 165; İbn-i Sa’d, I, 118. [9] Sâve, Hemdân ile Kum arasında, Tahran’ın 125 km. güneybatısında bir göldür. Suyu çekilince yerine Sâve şehri kurulmuştur. [10] Bkz. İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273. [11] İbn-i Sa’d, I, 102, 150. [12] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 271. [13] Semâve, Kûfe ile Şam arasında, Bağdat’ın 235 km. güneydoğusunda, Kelb arâzisinde, taşsız bir çöldür. [14] İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273. [15] Halebî, I, 138. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları İslam ve İhsan

hz muhammed ile ilgili olaylar